Türk Hukukunda Zorunlu Arabuluculuk Uygulamasının Yeri ve Etkileri

Tarih boyu insanlar sorunlarını, üçüncü bir kişiyi hakem yapmak suretiyle çözme yoluna gitmiştir. Bu uygulama eski dönemlerde mevcut devlet otoritesi olarak ortaya çıkmakta iken günümüzde ve yakın tarihlerde iş yoğunluğu ve çözümün uzunluğu sebebi ile devlet otoritesi tarafından sunulan çözüme bir alternatif yol olarak izlenmektedir. Osmanlı Devleti yönetiminde de, kadılara bir alternatif olarak uyuşmazlığa 3. Kişinin taraf edilerek çözülmesi uygulamada yer etmiş bir yöntem idi.

 

Hukukumuza zorunlu arabuluculuk uygulaması 2018 yılında iş hukuku davalarına bir dava şartı olarak giriş yapmıştır. İlerleyen dönemlerde bahse konu uygulama yalnızca belli iş davalarıyla sınırlı kalmayıp birçok alanda da uygulanmaya başlamıştır. Özellikle ticari davalarda uygulama alanı bulması büyük bir yenilik olarak karşımıza çıkmaktadır. Öncelikli olarak arabuluculuğun Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’ndaki yeri üzerine konuşmak gerekiyor. Bahse konu kanuna göre arabuluculuk 2 unsur ile öne çıkmaktadır. Bu unsurlar arabuluculuğun iradi olması ve eşitlik esasları üzerine kurulmuş olmasıdır. Hukukumuzda ise arabuluculuk uygulaması isminde de açıkça görüldüğü üzere “zorunlu olarak” ortaya çıkmaktadır. Zira arabuluculuk uygulaması hukukumuzda bir dava şartıdır. HMK m.115’e göre dava şartlarında herhangi bir eksiklik olması halinde davanın usulden reddine karar verilmelidir. Bu iki durum birlikte incelendiğinde iradi olması gereken arabuluculuk uygulamasının aksine bir zorunluluk olarak var olduğu görülmektedir.

 

Diğer unsuru olan eşitlik açısından yapılacak incelemede ise belli davalar hususunda aslında eşitsizlik olarak değerlendirilebilecek uygulamalar göze çarpmaktadır. 2018 yılında Ticari Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun yaptığı açıklamada, iş davalarının %99,2’lik bir kısmında işverenin haksız çıktığı ve arabuluculuk uygulaması ile bu durumu ortadan kaldırmak istediklerinden bahsetti. Hukuk dalları göz önüne alındığında davaya taraf olanların eşit olmadığı alanlar İdare hukuku gibi çok özel alanlarla kısıtlı tutulmaktadır. İş hukukunda niteliği itibariyle işveren işçi karşısında çoğunlukla avantajlı durumdadır. Kanun koyucu bu eşitsizlik halini ortadan kaldırmak için işçiye birtakım haklar vermiş ve böylece güçlü taraf olan işveren karşısında işçiyi korumaya çalışmıştır. İş davalarında işçinin belirtildiği kadar yüksek bir oranda haklı çıkma sebebi ise çoğunlukla işçinin zaten haksız bir muameleye maruz kalmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla mevcut uygulamada işçinin haklı çıkması aslen hakkın kazanılması olmakta ve bir haksızlık söz konusu olmamaktadır. Ancak bahsedilen açıklamaya göre arabuluculuk ile işçiye sağlanmış olan eşitlik unsurunun ortadan kaldırılmak istendiği, işveren lehine bir eşitsizlik ortamının oluşturulmak istendiği görülmektedir. Bunun yanında işçilerin sosyal durumları göz önüne alındığında, bir kısmının alacaklarının düşük meblağlar olması sebebiyle maddi durumlarının avukatla temsil edilmeye dahi el vermediği görülmektedir. İşverenler ise çoğunlukla avukatla temsil edilecek maddi duruma sahip şekilde arabuluculuğa gelmektedirler. Dolayısıyla arabulucu avukat ile işvereni temsil eden avukatın bazı hallerde bir birlik yaparak işçileri haklarını almaktan alıkoymaları da söz konusu olabilecektir. Daha basit şekliyle tarafsız olması gereken arabulucu tarafsızlığını bozarak zayıf tarafı uzlaşmaya zorlayabilmektedir. Bu da eşitsizliğin ortadan kalkacağı hale örnek olarak verilebilir. 

 

Son olarak arabuluculuğun maddi unsuru yani harcanan kaynaklar açısından bir değerlendirme yapmak lazım gelir. Arabuluculuğa davadan önce gidilmesinin dava şartı olduğundan bahsetmiştik. Arabuluculuk görüşmeleri, anlaşmaya varmak veya anlaşamamak olmak üzere 2 sonuçla bitebilir. Şayet taraflar anlaşmaya varırsa ödeme tarafların alacağından tahsil edilir. 

İşçi örneği ele alınacak olursa, alacağı zaten küçük bir miktar olan işçilerden bir arabuluculuk ücretinin de tahsil edilmesi haklarını elde etmeleri açısından daha da negatif bir durum ortaya çıkaracaktır. Görüşmelerde bir anlaşmaya varılamaması halinde ise ödeme hazine tarafından arabulucu olan avukata ödenmektedir. Ancak uygulamada bakıldığında avukatlar arabuluculuk için çoğunlukla bir çaba sarf etmemekte çözümünde katkı dahi sağlamamaktadır. Hazineye ve bazı hallerde taraflara bu kadar yük oluşturan bir uygulamanın bir yenilik niteliğinde olmayıp büyük bir fayda sağlamadığı, bunun yanında kendi niteliklerine dahi ters düştüğü ve belli sakıncaları olduğu görülmektedir. Bu bilgiler ışığında bazı davalarda arabuluculuğun kaldırılması ya da direkt olarak arabuluculuğa harcanan masraflar ile daha çok mahkemenin açılarak iş yükünde azaltılmaya gidilmesi faydalı bir çözüm olacaktır.

 

KAYNAKÇA: 

Zorunlu Arabuluculuk Uygulamasının Olumlu ve Olumsuz Yönleri – Mehmet Saim Aşçı

Lexology.com

 

 

Previous
Previous

İngiliz Müzik Dünyası’nın En Büyük Telif Kavgası: The Rolling Stones ve The Verve, Telif Hakkı Davası

Next
Next

ABD’DE COMMON LAW VE TÜRKİYE’DE KITA AVRUPASI HUKUKU AÇISINDAN AŞI ZORUNLULUĞUNUN KARŞILAŞTIRILMASI